ANTALYA 1

12 Oca 2022 - 07:01 YAYINLANMA

ANTALYA 1 

Canınız sıkılıyor, ne yapsam diye düşünürken, bir yerlere gideyim deyip, başlıyorsunuz araştırmaya. Seçenekler içinde Antalya gözünüze çarpıyor. Öyle ya, yurdun her köşesi ayrı güzellikte. Karar vermek zor tabii. 

İlk önce kış günü Antalya'ya mı gidilir diyorsunuz. Malum Antalya deyince akla ilk gelenler deniz, kum, güneş. "Başka ne var ki burada" deyip şehir merkezini dolaşırım düşüncesiyle atlayıp otobüse çıkıyorsunuz yola. 

Otobüs kepez üstüne gelince şehir gözükmeye başlıyor. Yukarıdan görüyorsunuz; yüksek binaları, denizin mavisini, portakal ağaçlarını. Portakal çiçeklerinin kokusu yavaşça burnunuza dolarken, eski halini merak ediyorsunuz. Gözlerinizi kapatıp, her tarafın bu ağaçlarla dolu olduğunu hayal ediyorsunuz. Koku parfüm gibi geliyor. Sabahın ilk ışıkları aydınlatırken. "Bakalım bizi neler bekliyor?" diye düşünüp otogara doğru giden otobüsteki koltuğunuza iyice yerleşiyorsunuz. 

Otogara girdikten sonra, çantanızı alıp, ayrılıyorsunuz oradan. Kış olmasına rağmen ılık bir havanın bedeninizi kuşattığını hissediyorsunuz. 

Şehir merkezini dolaşmak için geldiniz ya, meşhur palmiyeli caddeye gideyim, oradan ayaklarım beni nereye götürürse diyorsunuz kendinize. Yolda bir an bir pişmanlık kaplıyor içinizi. Sıradan bir şehir gibi görüyorsunuz. "Dur bakalım, hemen karar vermeyeyim" diyorsunuz. Tüm Türkiyede "palmiyeli cadde" olarak bilinen Atatürk caddesine geldiğinizde, bütün gece yolda olduğunuzdan karnınızın da acıktığını hissediyorsunuz. "Kahvaltıda ne yiyebilirim Antalya'da" diye soruyorsunuz çevirdiğiniz, yoldan geçen adama. Adını ilk defa duyduğunuz cevabı alıyorsunuz. 

"Börekçi Tevfikte serpme börek yiyebilirsin" deyip tarif ediyor yeri. 

Biraz atıştırıp, yola devam ederim diye düşünüyorsunuz ama o kadar kolay değil. İlk önce bir tane istediğiniz çıtır çıtır serpme böreğin tadı o kadar hoşunuza gidiyor ki, bir tane daha yemeden kalkamıyorsunuz. Daha önce peynirlisini yediğinizden, bir de kıymalının tadına bakıyorsunuz. 

Oradan kalktıktan sonra, tekrar Atatürk caddesine dönüyorsunuz ama dikkatinizi yerden fışkırmışçasına duran, yan yana üç tane tarihi kapı çekiyor. Tabelayı okuyup öğreniyorsunuz. Hadrianusmuş. Günümüzde "üç kapılar" diyorlarmış. Eski Antalya'ya bu kapıdan girilirmiş. Şimdilerde "kale içi" deniyormuş. Giriyorsun kapıdan içeriye. Sanki zaman tünelinden geçmiş gibi, çok farklı bir ortam karşılıyor seni. Burası da mecburen zamana uyum sağlamış ama doku halâ aynı. Biraz içerilere doğru ilerlerken, hediyelik eşya satanlar dikkatinizi çekiyor. Buralara kadar gelip de boş gidilmez diye, Antalyayı hatırlatması için yivli minare biblosu alıyorsunuz. Bibloya bakarken salonunuzdaki büfede ne kadar güzel duracağı gözün0zün önüne geliyor. Daha sonra öğreniyorsun ki, o yol kenarından gördüğün yivli minare de az ilerdeymiş. Görmeden dönmek olmaz deyip, yivli minareye doğru gidiyorsun. Yivli minareyi ziyaret edip, kapıdan çıkarken, orada gördüklerine soruyorsun; 

"Yivli minarenin biblosunu aldım ama bir de Antalyayı ifade eden yiyecek bir şeyler almak istiyorum. Ne tavsiye edersiniz?"
Çok düşünmeden, alabileceğiniz yeri de tarif ederek cevap veriyor; 

"Reçellerimizden alabilirsiniz. Turunç, damla sakızı,  patlıcan, incir, ceviz gibi değişik reçeller var." 

Tarif ettiği yerden reçellerinizden de alıp, dükkündan çıktığınızda şehrin meydanına ne kadar yakın olduğunuzu fark ediyorsunuz. Beş, on adım uzaktaki şehir meydanına giderken saat kulesinin önünden geçerken, saatinizi ayarlamayı da ihmal etmiyorsunuz. 

Tam meydana geldiğinizde oradaki Tophane çay bahçesi dikkatinizi çekiyor. Çay içip, biraz yorgunluk atmak için girdiğiniz çay bahçesinin, yat limanı manzarasını yukarıdan seyrettiğini görünce içeceğiniz çayın birle sınırlı kalmayacağını o an anlıyorsunuz...DEVAMI ÖNÜMÜZDEKİ ÇARŞAMBA 

Hakan ALGAN

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: