FİZİK TEDAVİ 1
FİZİK TEDAVİ 1
Fizik tedavi ile vücudumu çalıştırmanın bana iyi gelebileceğini öğrendikten sonra babamın sürprizi de beni hem mutlu etmiş hem de şaşırtmıştı. Kütahya`nın şimdiki mahallesi eski köyü olan Yoncalı`dan küçük bir ev almıştı. Üstelik bu ev Türkiye`nin en büyük fizik tedavi hastanesinin çok yakınındaydı. Bu hastanede yatış yapmanın zorluğunu; kendi evimde konaklayıp her gün gidip gelerek aşabilecektik. Hem Antalya`nın Temmuz ve Ağustos aylarındaki tek ve en meşhur şeyi olan sıcağından uzaklaşabilecek hem de tedavi olabilecektim.
Evin henüz temeli bile atılmamıştı. Arsa iken almıştı ama 1,5 yıl sonra tamamlanacaktı. Sağlamcı babam ilk kez böyle bir riske girmişti ama inşaat gerçekten de bitmiş ve nohut oda bakla sofa cinsinden evimize kavuşmuştuk. Annem ve ben o eve gitmek için sabırsızlanıyorduk. Bu sabırsızlığımız; daha elektriği ve suyu bağlanmamış olan eve, içinde tavukların uçuştuğu Meksika otobüsü ile gitmeyi tercih edeceğimiz bir yolculuğa dönüştü. Ev tamamlanmış ama eşyaları yoktu. Kadıncağız kendi evinde fazla olan eşyaları serçedes marka arabamıza yüklemişti. Evet, yanlış duymadınız serçedes. Otomatik camlı ve merkezi kilitli. Ama sorun şu ki; eşyalar yüklendikten sonra bize pek oturacak yer kalmamıştı. Ben rahattım, arabayı kullanacağım için ne ayağımın altında ne de koltuğumda bir şey yoktu, babam da rahat sayılırdı; sadece ayağının altında birkaç parça bir şey vardı ama annem? Arabanın arka koltuğu, ayak koyulacak yerler eşya ile dolu olmasına rağmen kendisinin de oturabileceğini söylüyordu. Yaptı da. Olimpiyatlarda izlediğimiz jimlastikçilere taş çıkarır bir biçimde; ayaklarından birisi ön koltuğun kenarından babamın burnuna gelecek şekilde yaklaşık 50 cm lik boşluğa sığmıştı. Kapısını da ben kapatınca araba bildiğiniz hediye paketi moduna geçmişti. Ne olacak 6 saatlik bir yolculuk işte. Şimdi söyleyin bakalım seyahat etmek için hangisini tercih edersiniz? İçinde minik minik tavukların uçuştuğu Meksika otobüsünü mü yoksa bu arabayı mı? Tavukların bile uçuşabilecek alanları var orada.
Sonuçta yeni evimize ulaştık ama dediğim gibi ne elektrik ne de su vardı. Üstelik binanın içinde hala işçiler dolaşıyor ve eksikleri tamamlamaya çalışıyorlardı. Olsun annem ve benim için bunların hiçbir önemi yoktu. Babam içinse… hala söyleniyordu ama gelmiştik artık. Daha sonraki bir hafta içerisinde bütün eksiklerini tamamlamalıydık. Ablam, eniştem ve iki böcekleri beraberlerinde gelecektiler. İlk çocuklarına soyadlarından dolayı bal böceği demiştik. İkinci doğup ta kendisini bilmeye başlayınca kıskanmaması için uğur böceği demeye başladık. Hatta Yoncalı`da hamama gitmek için anneme ısrar etmeleri ve aralarında geçen konuşma çok güzeldi;
“Naneciğim hadi hamama gidelim” (anneannelerine nane diyorlardı.)
“Yavrum çok yorgunum biraz dinleneyim”
“Ama nane biz zaten hafta sonu için geldik. Çok zamanımız yok”
“Tamam gideceğiz ama biraz dinleneyim ondan sonra”
“Hadi nane gidelim”
“Yürüyün bakalım hamam böcekleri sizi”
Küçüğü cevabı yapıştırdı. 4 ya da 5 yaşında o zaman;
“Naneciğim ben hamam böceği değil de, hamam kelebeği olabilir miyim?”
Sonuçta biz bir haftada bütün eşyaları almış, elektriği ve suyu bağlatmıştık. Ama ne alış verişti. Bu alış veriş bana gösterdi ki gerçekten de evde erkek baş, kadın ise boyundu. Boyun nereye çevrilirse baş da oraya dönüyordu. Ama gene de son sözü hep babam söyledi.
“ Peki hanım.”
Bu aslında babam kılıbık olduğundan değil, bıktığındandı. Gerçekten de hayatta gördüğüm en kazak erkeklerden olan babamı annem yeri geldiğinde ağlayarak, yeri geldiğinde tavır koyarak yönleSabah annem gitmiş ve randevuyu almıştı. Kahvaltımızı yaptıktan sonra beraber gittik ve sıramızı beklemeye başladık. Sıra bize geldiğinde de doktorla görüştük, raporlarımızı sunduk ve tedaviye kabul edildik, sanki iş görüşmesinde mülakatı geçmiş gibiydim. Tedaviyi iki kısımda özetleyebiliriz. Sabah gider gitmez akım veriyorlar, oradan çıkınca da egzersiz odasında çalıştırıyorlardı. Ben akımı bacaklarıma aldım. Akım elektrik akımıydı. Kasları uyarıyor ve çalışmasını sağlıyor. Ne yalan söyleyeyim, ilk önce bana çok komik gelmişti. Savaşta esir düşmüşsün de seni konuşturmaya çalışıyorlar gibi. Hastaların bazıları sedyeye yatmış, bazıları sandalyede oturmuş, arızaları neredeyse oraya akım veriyorlardı. Bu işlemleri yapanlar da gencecik fizyoterapistlerdi. Hastalar da her yaş gurubundan ortaya bir karışık söylenmiş gibiydi. Benim girdiğim odada iki bayan bir erkek fizyoterapist vardı. Bir sandalyeye oturttular, baldırlarıma ve dizimin üst kısmına pedleri bağladılar, akım vermeye başladılar. Odadaki muhabbet çok iyiydi. Çoğunun kulağı duymuyor, bağırdıkça bağırıyorlar, birbirlerine sordukları sorular ve verilen cevaplar çok farklı. Anlayacağınız huzurevi kıvamında bir yaş ortalaması vardı. Yanımdaki sandalyeye de yaşlıca bir amca geldi oturdu. Hemen peşinden de gencecik muhtemelen de yeni mezun bayan fizyoterapist amcanın pedlerini bağlamak için geldi ama şeker hastaları verilen akımı hissedemeyebiliyormuş. Makinanın üzerinde bir ayar düğmesi var ve gönderilen akımın şiddetini o düğme yardımıyla ayarlayabiliyorsun. Amcanın kulaklar da hepyek. Ortamı neşelendirmek gerekiyordu. Böyle güzel bir orta böyle bir sahada değerlendirilmeliydi;
Fizyoterapistle amcam bayağı bir yorucu sohbete girmişlerdi;
“Amca akımı hissediyor musun?”
“Neeee!...”
“Akımı hissediyor musun? İyi mi?”
“Ne diyon kızım?”
Bu sefer bağırarak;
“Akım diyorum amca, hissediyor musun?”
Adam bana dönerek;
“Ne diyo?”
Al işte tam rövaşatalık bir orta, Fizyoterapiste dönerek;
“Amca sizden elektrik alamadı”
Bu laftan sonra kızcağız iki büklüm kaldı gülmekten. Bense bütün ciddiyetimi koruyarak amcaya döndüm bağırarak;
“Cereyan geliyo mu amca?”
Kızcağız biraz kendisini toparladıktan sonra, gene gülerek;
“Hakan bey lütfen siz karışmayın”
“Karışmam canım, bana ne aranızdaki ilişkiden”
Bu cümleden sonra da fizyoterapistimiz sanırım nefes almak için dışarı çıktı ama amcam rahat durmuyor ki;
“Nereye gitti?”
“Sana direk trafodan çekecekmiş elektriği
Hakan ALGAN
(Maçın Sonunu Sen Belirle)