TEŞHİSİN ONAYI
Bir müddet, her cuma kitaplarımdan bazı bölümlerı de burada sizlerle paylaşmaya karar verdim. Belki bakış açınızı değiştirerek,olumlu yönde birtakım değişimlere sebep olabilir, güzel vakit geçirmenizi sağlayabilirim.
Ben yazılarımdaki gibi yapıyorum, hayat daha keyifli oluyor.
TEŞHİSİN ONAYI
“Hiç kimseyi odama göndermeyin ve hiçbir telefon bağlamayın…”
Doktorum MR`larıma bakıp da sekreterine dahili hattan bu telefon görüşmesini yapma ihtiyacı duyunca, bir an için kafamdan aşağı kaynar sular döküldü.
“Siz MS`siniz…”.
Ben de bir şey diyecek sandım.
“O teşhisi Antalya`da zaten koydular, adını bile ilk kez duyduğum bir rahatsızlığı araştırdığımda bu konuyla ilgili ülkedeki en iyi hekimlerden biri olduğunuzu öğrendim ve onun için size geldim. Bu nedir ve ne yapmam gerekiyor?”
“Multiple Skleroz merkezi sinir sistemi ile ilgili olup…”
“Hocam lütfen benim gibi basit, sıradan insanların anlayabileceği bir şekilde anlatır mısınız?”
“Ne işle meşgulsünüz?”
“İnşaat sektöründe çalışıyorum”
“İyi o zaman. Size bunu elektrik kabloları örneği ile vereyim. Beynimizin ve omuriliğimizin etrafı myelin dediğimiz bir tabaka ile kaplıdır. Bunu kablonun etrafındaki plastik izolasyon kısmına benzetebiliriz. Plastik kısım zedelenirse ne olur?”
“Elektrik kaçağı olur ve sigorta atar”
“Evet. Sizde kaçak var ve bu yüzden beyin komutlarını iletemiyor. Böylece hareketleriniz kısıtlanıyor”.
Bundan anladığım kadarıyla beynimi trafo olarak düşünürsek fazla ısındığından trafoyu patlatmışım. Ben bunu normal karşılayabilmiştim ama 32 yaşındaki kocaman bir adamın yanında doktora gelen ve şu anda salya sümük ağlayan annemi nasıl teselli edecektim onu bilemiyordum. Aklıma bir şey gelmişti ama bunu yapmak zordu. Neticede karşımda duran profesör oldukça otoriter görünümlüydü ve espri anlayışı nasıldı bilemiyorum. Daha tebessüm ederken bile görmemiştim. Ama sonuçta annem pek iyi gözükmüyordu ve yapmalıydım. Hemen ayağa kalktım ve anneme dönerek sert bir şekilde;
“Senden beklemezdim” dedim.
Annemin şaşkın bakışları altında doktor hemen karşılık verdi;
“O ne yaptı ki? Kendin yapmışsın”.
“Bırakın hocam, ben inşaat sektöründe çalışıyorum ve üçkâğıtçı müteahhitleri bilirim. Maliyeti düşürmek için ucuz malzemeleri kullanırlar ve sonra da hemen arıza yapar. Benim müteahhit kim? İşte bununla babamın ortaklığı. Yani kabloların sorumlusu bunlar.”
Amacıma ulaşmıştım. Ortamdaki gerginlik yerini gülüşmelere bırakmıştı. Gözlerinden gene yaşlar süzülüyordu annemin ama yüzünde de gülücük oluşmuştu.
“Bu zamana kadar hiç böyle bir haberi bu şekilde karşılayan bir hastam olmamıştı.”
“Peki, ne yapacağız hocam?”
“Öncelikle moral çok önemli, sinirlenmeyeceksin, stresten uzak duracaksın, uyku düzenine dikkat edeceksin, günde 8 saat uyuyacaksın, bedenini yormayacaksın, Akdeniz mutfağı ile besleneceksin, sigara kullanıyor musun?”
“Evet”
“Bırakacaksın, alkol de aynı şekilde.”
Sigarayı bırakmak çok zordu, düzenli uyku da öyle. Zaman geliyordu bir gün uyuyor bir gün uyumuyordum. Stresten uzak durmak!.. Nasıl olacaktı ki? Ne iş yaparsan yap stresin içinde olacaktın. Sinirlenmemek!.. Kim bilerek sinirlenirdi ki? Neticede sinirlenmek bir refleksti. En uygunu Akdeniz mutfağıydı. Antalya`da oturuyordum ve dolayısıyla mutfağım da Akdeniz`de olmuş oluyordu. Mutfaktan çıkan her şey de Akdeniz mutfağı…
Annem ve ben o muayenehaneden çıkmıştık ama ikimizin kafasında da belki milyon tane soru vardı. En önemlisi de bundan sonraki hayatım nasıl olacaktı? Süregelen hayatıma devam mı edecektim, yoksa hayatımın gidişini değiştirecek miydim? Anneme baktığımda muayenehanede doktorun ilk uyarısı tekrar aklıma geldi. Gülmeye başladım. Ankara`nın soğuğunu bazılarınız bilir. Ayazı sağlamdır. Randevumuza gitmeden önce kafamı üşütmemem için sıhhiyede dolaşırken yün bir bere almıştık. Sonuçta arıza kafadaydı. (yanlış anlaşılmasın, beyinde bir sıkıntı vardı) Kafamda bere muayenehaneye gittiğimizde doktor;
“Bu ne?” dedi.
Annem de;
“Bere” deyince, doktor;
“Bu hastalık sıcağı sevmez” dedi. Annemin 5 yaşında yaramazlık yapmış bir çocuğun bakışlarıyla kafamdaki bereyi çıkarışını ve çantasına koyuşunu hepiniz görmeliydiniz.
Aslında annemin şaşkınlıkları ve espri bombardımanı daha Antalya`dan yola çıkarken başlamıştı. Dedim ya teşhisim Antalya`da konmuştu ve Ankara`ya detayları öğrenmek için gidiyorduk(teşhisimle ilgili anılarımı da ilerleyen sayfalarda anlatacağım). Çantalarımızı verirken kafamı bagaj kapağına çarptığımda benden çıkması gereken “ah” sesi annemden çıkmıştı. Koltuğuma otururken kafamı yukarıdaki rafa çarptığımda da ses gene annemden çıktı, Ankara`ya geldiğimizde bagajımızı alırken kafamı gene bagaj kapağına çarptım -sonuçta dengesiz dengesiz yürüyordum- ve bu sefer annemden sert ve farklı bir ses çıkmıştı;
“Çok sağlam bir şeymiş gibi sağa sola vurup durma şunu!..”
Muayenehaneden çıktığımızda hemen bir araca binip gitmeyi teklif eden anneme; sanki doktordan duyduklarımıza inat biraz yürüyelim dedim. İkimiz de sanki ringden sağlı sollu yumrukları yemiş bir boksör gibi kroki durumda Kavaklıdere`den Kızılay`a kadar yürümüşüz. Bu yürüyüşümüzde aramızda geçen konuşmadan sadece annemin söylediği bir cümleyi hatırlıyorum;
“Sen nelerin üstesinden geldin. Bunu da beraber yeneceğiz.”
Haklıydı neleri yapmıştım. Çoğu kişinin imkânsız gibi gördüğü şeyler yapmıştım. Mesela okulumu 6,5 yılda bitirmiştim ama kâğıt üzerinde. Pratikte 1,5 yılda falan. Nasıl mı oluyor? Son yılda 32 ders vermiştim.
O gazla ve hala devam eden annemin destekleri ile yaklaşık 20 yılı devirdim…
Hakan ALGAN
(Maçın Sonunu Sen Belirle)